Munâvele Makrûne
Bi'l-İcâze - Munâvele Mücerrede Ani'l-İcâze
MUNAVELE
Sözlükte bir nesneyi
eliyle vermek manasına masdar olan munâvele, hadis rivayet usullerinden biridir
ve şeyhin rivayet ettiği hadislerin yazılı olduğu kitabı veya birkaç sahifelik metni
talebeye elden vererek irvi hazâ anni (bunu benden rivayet et) gibi bir eda
lafzı ile rivayete müsaade ettiğini bildirmesine denir.
İlmin her dalında her
meseleye Kur'ân-ı Kerim veya sünnetten yahutta İslâm büyüklerinin görüşlerinden
delil arayan islâm alimleri, munâvele yoluyla rivayeti Nebi (s.a.s)'in bir
tatbikatını gösteren bir hadise dayandırmışlardır. Bu hadise göre Hz, Peygamber
(s.a.s) bir seriyye kumandanına bir emirname yazmış, ona vererek “falan yere
gelmeden bu mektubu okuma” demiştir. Kumandan o yere gelince Resulullahın
mektubunu emrindeki askerlere okumuş; Nebi (s.a.s)'in emirlerini haber
vermiştir.”
Bazı âlimlere göre
munâvele yoluyla rivayetin dayandığı delil, Hz. Osman'ın nıushaflar yazdırıp
İslâm ülkelerine göndermesidir. Bazılarına göre ise Nebi (s.a.s)'in Abdullah b.
Huzâfe'ye Kisrâ'ya ulaştırılmak üzere bir mektup verip Bahreyn emirine
yollamasıdır. Anlaşıldığına göre Nebiin seriyye kumandanına mektup vermesi bazı
İslâm alimlerine göre munâvelenin dayandığı ilk delil olmuştur. Nitekim Buhâri,
Hicaz alimlerinin munâvelenin cevazı bahsinde bu rivayeti hüccet aldıklarını
söylemiştir. es-Suyûti'ye göre ise munâvele konusunda en sağlam delil, kisraya
ulaştırılmak üzere Abdullah b. Huzâfe'ye verilen mektup hadisesidir. Bu konuda
bir diğer rivayet daha vardır. O rivayete göre tabiilerden Yezid b. Ebân
er-Rakâşi şöyle demiştir. “Enes b. Malik (r.a)'dan çokça hadis sorduğumuz zaman
kendisine ait bir mecmua getirip önümüze atar ve “bunlar Nebi (s.a.s)'den
işitip yazdığım sonra da mukabele ettiği hadislerdir” derdi.”
İslâm âlimleri
-delilleri bunlardan hangisi olursa olsun o kadar önemli değildir,- munâvele
ile rivayeti caiz görmüşler ve tatbik etmişlerdir. Yine Buhârinin kaydettiğine
göre Abdullah b. Ömer, Yahya b. Said el-Kattân, Mâlik b. Enes munâveleyi caiz
görmüşlerdir.
Munâvele ya icazetle
birlikte ya da icazetsiz olur. İcazetle olan munâveleye el-munâveletu'l-makrûne
bi'l-icâze, icazetsiz munâveleye ise el-munâveletu'l-mucerrede ani'l- icaze adı
verilir.
el-Munâveletu'l-makrune
bi'l-icâze, şeyhin işittiği hadislerin ya elindeki asıl nüshasını ya da asılla
mukabele edilmiş nüshasını talebesinin eline teslim ederek “hazâ semâ'i” (bu
benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ rivayeti an fulan f ervihi anni”
(Bunlar benim falandan rivayetimdir. Sen onları benden rivayet et) veya benzeri
sözlerle munâvele ile birlikte icazet vermesiyle hasıl olur. Şeyhin talebesine
kitabı onda kalmak üzere vermesiyle istinsah ve karşılaştırma yaptıktan sonra
iade etmek üzere geçici olarak vermesi arasında fark yoktur. Her iki halde de
munâvele hasıl olmuş demektir.
İcazete makrun munâvele
şöyle de olur: Tâlib ya şeyhin aslını yahut onunla mukabele edilmiş fer'ini ona
teslim eder, o da baktıktan sonra onun hadisi veya şeyhinden rivayeti olduğunu
tasdikten sonra rivayet edilmesine icazet verir. Arzın başka bir tatbikatı olan
bu çeşit icazete makrun munaveleye itiraz edenler olmuşsa da en-Nevevi “varsın
ötekine arz-ı kıraat, buna da arz-ı munâvele densin” diyor.
Munâvele makrune
bi'l-icaze bundan başka şeyhin hadislerini ihtiva eden kitabını talibe teslim
edip rivayetine icazet vermesinden sonra kitabı derhal geri alıp yanında
bırakmaması bir de talebenin şeyhine bir kitap getirip “bu senin rivayetindir.
Onu bana munâvele ile ver. İcazet de ver” diyerek munâvele istemesi
şekillerinde de olur. Ne var ki bu iki şekil diğerlerinin altındadır.
Munâvele mücerrede
ani'l-icaze'ye gelince, munâvele'nin bu ikinci nevi icazet söz konusu olmadan
munâvele ile rivayettir. Bu da şeyhin, icazetten bahsetmeksizin hadislerinin yazılı
olduğu kitabı “hazâ semâ'i” (bu benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ min
hadisi” (Bunlar benim hadislerimden bir kısmıdır) demesiyle hasıl olur.
el-Hatibu'l-Bağdadi'ye göre bu şekillerde rivayet caizdir. Bununla birlikte
munâvelenin bu şeklini muhaddislerin çoğunluğu caiz görmemiştir. Hatta bu
mesele ihtilaflı olduğundan fakihler ve usul alimleri bu yolla rivayeti caiz
gören muhaddisleri ayıplamışlardır. İbnu's-Salâh ise icazetten mücerred
munâveleyi doğru bulmayıp o yolla rivayetin caiz olmadığını söyledikten sonra
“bununla birlikte bu şekil munâvele ile rivayette bulunmak sırf şeyhin bu
hadisler benim falandan rivayetimdir” diye ilamından daha iyidir; zira bunda
munâvele vardır. Munâvele ise rivayete izni iş'ardan hali değildir” diyerek onu
ilâmu'ş-şeyhten üstün görmüştür.
Munâvele ile rivayet
edilen hadisleri eda ederken hangi lafızların kullanılacağı da ihtilaflıdır.
Bazı âlimler munâveleyi sema mertebesinde görerek munâvele ile alınan
hadislerin edası sırasında arzda olduğu gibi haddesenâ ve ahberanâ denilmesini
caiz görmüşlerdir. Bununla birlikte âlimlerin çoğunluğu munâvelede bu iki eda
lafzının yalnız başlarına kullanılmasını caiz görmemiş, bu lafızların icazeti
ifade eden bir lafızla birlikte kullanılmasını öngörmüşlerdir. Müteahhir bazı âlimler
ise icazette enbe'eni eda lafzını kullanmayı prensip olarak kabul ettiklerinden
icazetle olan munâvelede de bu lafzı kullanmayı tercih etmişlerdir. Başka
lafızların kullanılmasını savunanlar da vardır.